2013
01
Mar

Sürgün

0

Her birimiz, profesyonel, tiyatro oyuncuları, dizi film yıldızları, filmlerin baş rol oyuncuları. Bir tiyatro oyununun içerisindeyiz hepimiz. Bilerek tercih etmişiz bu oyunda bulunmayı yada rastgele seçilen oyuncularız. Ama önemli olan bu oyuna kabul göstermişiz. Oyunun görevlerini yerine getirip, alışkanlıklarını benimseyip, bedenimizin bizi kavurduğu düşünme ihtiyacından çok uzaklaşmışız.

Kavramlardan haberdarız herbirimiz. Bizler, insanlar tarfından, insan ihtiyaçları, sosyal, coğrafik yaşam alanlarımızın sonucu olarak var ettiğimiz olgular bunlar. Uygulamada zayıfız. Kendimiz üzerinde etkimiz zayıf. Ancak anlıyorum. Önüne geçilemez zayıflığımızı anlıyorum. Ben de bu zayıflığın bir elçisiyim burda sizinle konuşurken.

Oynamak zorundayız. Başka tercih yada seçenek yok. Hayat anlamlar yüklemeli, anlamlarla kendimizi kandırıp, körü körüne inanıcak derecesinde kandırdıktan sonra. hayatın anlamının olmayan bir anlam olduğunu öğrenmeli, kabullenmeli, tutunucak anlamlar ararken o eski anlamda takılı kalmalı ve düşüp, düşmemek arasında anlamsız bir yerde bulunmalıyız. Oynamaya devam etmek durumundayız - Bu durum artık yapmak zorunda bulundurulduğumuz, var ettiğimiz sistemin vaz geçilmez bir unsuru- Yada yaşadığımız gerçekte, aslında tiyatroda bir oyuncu olduğumuzu görerek gölgelerimizi seyrederken seyircilerin o son alkışıyla koskoca perdenin inip de hayatın bütün gerçeklerini yalanlamasını, kıpkırmızı perdeler arkasında, aslında gerçek sandığımız hayallerimizin kıpkırmızı kanlara bulanmasını, pespembe bulutların ışıklar kapandığında kapkararışını, hayatlarımıza yağmurlar getirdiğini anlamalı, O bulutlara dokunduğumuzda dokusunu hissetmeli, kağıttan hayallerin gerçekliğiyle karşılaşmalıyız. Sahne arkasında onca makyajı silerken . fondoten kokuları arasında gerçek yüzlerle tanışmalı. duvarda asılı duran onca maskeyi görerek, gerçeklerin hayaline varmalı, bu rüyadan uyanmalıyız. Ama sonunda bununda aynı sahnede başka bir oyun, başka bir hayal olduğunu anlamalıyız. Bu varoluş içinde oyunun herhangi köşesine dahil olmak konumunudayız. Elimizi yüzümüze götürüp maskemizin varlığını hissettiğimizde. Aslında ait olamadığımız o dünyaya çoktan ait olduğumuzun farkındalığını olgunlukla karşılamalıyız. yüzümüzden buram buram gelen fondoten kokularına aldırmamalı. Koşarak bir ayna bulup, bir yandan maskemizi var gücümüzle fırlatıp, fondotenlerimizi silerken, bir yandan da aynaya baktığımızda yüzümüzü tanımadığımıza şait olduğumuz o an şaşırmamalıyız. Oyundayız, oynamak zorundayız.

Tercihen haps edilmiş biri bir diğerine sormuş ; Neden? Diğeri; Sen tercih etmediğin halde, parmaklıkların öbür yanında üstelik zincirlere vurulmuşsun? Bir diğeri; sen tercih etmediğin bu dünyada bir kafes daha tercih ettin. Diğeri : Belki de böylece daha özgür...

1

Hayatın asılsız gerçeklerinin, göz alıcı, bembeyaz ışığıyla, farkındalığının kandırılmışlığıyla açtı gözlerini, hayatın ilk tokadının ardından.

Bir sancı oldu başta var olma hissi, ama o zaman göremezdi. Göremezdik. Sadece bir sancıydı. - hatırlıyor olsak yada olmasak da - o ilk bakış, o bembeyaz ışık, gözümüzü çok parlak bir ışığa çevirdiğimizde ki algıyı düşleyin -kısık gözler, küçücük göz bebekleri, algısızlık- renklerin çoğunluğunu o tertemiz beyaz ışığın oluşturduğu, her nesnenin ayırt edilemez uyumda olduğu o sersemlik- Saflık. Nefes almanın ilk deneyimi, körpecik ciğerlerin ilk yudumları, kısmen temiz, tertemiz daha kiri öğrenmeden. O zamanlar bu kadarını bilebilir miydik, O ilk deneyimlerin vücuda aslında acımasızca nüfus ettiğini, o bembeyaz zamanlar renkleri düşünebilirmiydik? Oysaki beyazın içinde zaten vardı hepsi, ileride bir fizik dersinde belki yada herhangi bir yazın kaynakta prizmandan geçen beyaz ışığın içindeki sinsiliği sezinleyecektik, şimdi olsa görürdük, şimdi değildi, göremedik. Renklerle tanışıp yavaş yavaş griye çalacaktı rengimiz. Kirlenmeyi daha bilemezdik. Yaşamak ve deneyimlemek adına renklerin dünyasına düşüvermiştik.

2

Hayatın pek tabii belirli bir çizgisi var. Bu insan tarihinin sosyolojik, coğrafi getirileridir. Her adım attığınızda sizi geri çekmek isteyen, sizi geri çekmek isteyenlerin emin olduğu bir çizgi. her adımın önceden tasarlandığı bir var oluş. Geçmişten günümüze kümülatif olarak birikim kazanmış, özelleşmiş, kurallaşmış ve kemikleşmiş, sorgulanması uygun görülmeyen, hoş karşılanmayan önceden çizilmiş, kaba hatlarıyla bilinen genele ve alışkanlıklara dayanan artık dogmatik bir çerçevede seyrettiğimiz bir rota. Bu sistem içinde herkes bu çizgiyi takip etmelidir. Çoğunluğa göre hazırlanmıştır bu çizgi, bu yol. Azınlık göz ardı edilir, çünkü istisnalar kaideyi bozamazlar. biyolojik olarak açıklanan ortama uyum ve adaptasyon gerçeği söz konusudur. Adapte olamayan canlı yok olmaya mahkumdur -Ki insanın yaratıp, yaşamakta olduğu bu ortam ne doğadır, ne bu ortamın doğal seleksyonla bir ilgisi vardır- Bu çizgi çoğunluğun bakış açısında gerçektir ve takip edilmelidir. Sorgulanamaz. -Olmamalıdır- Hayat hiçbir zaman bir çizgiye, planlı bir gerçekliğe, takip edilmesi gereken bir yola benzetilmemelidir. Bunları düşünmekle geçen, düşünmekle olmasa da belki de şursuzca etkilenmek ve uygulamakla geçen bir çocukluk. Asla ne bir çocuk ne de bir büyük olabilmeyi getiriyor. Merakla açılan gözler . O ilk göz kamaşıklığı, o algısızlık sonrası, beyazı yansıtarak ışığını her yere serpişen renkler, yanılsamalar. Havada uçuştuğuna şaitlik ettiğim renkler, renklerin içindeki renkler. İnsanlar bir de, benim gibi, benim kadar, benden büyük.

Küçük dünyamda kalma isteğim herkezden uzak bir köşeye oturtmuştu beni, herkezden uzak olmak farklı olmayı getirmişti. Daha renkleri öğrenmeye başlamış çocuklar için, çok temiz olmalı değimliydi dünya? Renkler, şekiller, cisimler farklı oldukları için onlara sahip mi olunmalıydı? İnsanlar üzerinde sahiplik mi kurulmalıydı? Bana sahip mi olunmalıydı? Cisimlerin peşinden koşup onlara sahip olma çabasına mı girmeliydim? Yoksa onları izlemeli, lüle lüle saçlarımı savuran rüzgarı tutmaya mı çalışmalıydım, huzurla süzülen yaprakları seyredip, huzurla süzülmeyi mi hayal etmeliydim. -O yapraklar sonraları anlamlarını değiştirdiler, huzur anlamını değişrtirdi- Kazanan ve kaybedenlerin dünyasında, kazanmak ve kaybetmek işte o zamanlar da bize öğretilmeye başlanmıştı. Beynimize aşılanan şey o bembeyaz ışığın saçtığı renkler değil, sahip olmak, renklerin içinde kirletilmek, kirletmek, algılarımızı kapatıp renkleri görememekti en sonunda. O beynine aşılanan bilgileri fevkalade sindiren çocuklar artık yenmek yada yenilmek dünyasına çoktan girmişlerdi. Eve mutlu döndükleri gün başka bir çocuk ağlayarak yada güçlü olmaya ve yarının nasıl bir zafer günü olacağını planlayarak dönüyordu. O zamanlar zaten güçlüyü ve zayıfı öğrenmiştik. O zamanlar bile birini itmek, ezmek, aşağılamak yada zarar vermek mantıklı gelmişti

Çocuklar bu kadar mı kırgın açardı gözlerini, kalpleri henüz bu kadar temizken. Bir sirk cambaznın ipi gibi uzanan bir çizgi üzerinde yürümeye itilen ufak insanlar, meraklı gözleri kapatılan, çoktan biyolojik yaşlarını geçirmiş ve kalıplaşmış insanlarla ve onların kalıplaşmış düşünceleriyle kör edilen, binbir sahip olma ve üstünlük duygusuyla yetiştirilen çocuklar. Saf çocuklar, renkleri hızla griye çalan.

Biyolojik süreç kaçınılmazdır. Büyümek. O zamanlar işte görüşümüz o kadar açık değildi. Çocukken görüş belli belirsizdir. kapalı bir anlayışla belli belirsiz sindiririz dünyayı. Etrafımızda ki dünya bizi yoğurur. güzellikler yada çirkinlikleriyle. O sindirim olayının farkına varılamaz. ama belli bir noktada insanlara ve geçmişinize baktığınızda anlarsınız. aslında dünya da ne kötülük vardır ne de mutlak bir yarış. İyilikle, saflıkla meydana gelir varlık. kötü sonraları var edilmiştir. Kötülük kötü’den beslenir. Insanın yıllardır geliştirdiği bu dünyanın her yanına yaydığı iğrenç düşler, iyiliğin, güzelin etrafında çember oluşturmuş düşler. Her kötü alışkanlığımı, her kötülükle başbaşa kaldığımda kazandım. Her gri renk üstümde baskınlık kurarken biraz daha kirlendim. Ego’yu gördüm, üstünlük kurma çabasını, ezilmeyi gördüm, kör etme çabasını... Bu amansız yarış içinde kayboldum ve yoruldum. kirlendim. iyiliğin bu dünyada son kalmış kırıntıları tek tutunduklarım ama pek yetersiz olan kırıntılar.

Nereye kadar bu yolculuk?
Onlarki sana sadece düşkırıklığı verir.
Kendi karanlık, çirkin yüzlerini görmekten tiksindikleri için
Kırdıkları ruhlarındaki aynaların parçalarıyla,
Senin gözlerini de kör etmek isterler
Daha sonra da kolundan tutup yol gösterirler.
Onların yollarına doğru
Karanlık, küflü ve soğuk...
(Berkan Gören)

Bitmez tükenmez bu sürüklenme
Yanlış mı? Doğru mu? Bilmeden, kör olmuş gözlerle ilerlerken.

Evcilleşin köpekler.
Rahat bırakmazlar yoksa sizi,
Rüyalarınızda bile varolurlar,
Uyutmazlar.
Evcilleşin köpekler.
Onlar gibi olun yaşamak için,
Belki bir sürü koyun da size bağışlarlar.
Evcilleşin.

Hergün şöförsüz otobüslere biniyorum.Hiç yolcusu olmayan.
Boş sokaklarda yürüyorum.
Sesler duyup arkama bakıyorum. Yalnızca sokak
Bazen bir vapura biniyorum kaptansız.Hiç yolcu yok.
Bir keresinde bir uçağa bindim, pilotsuz.
Yardımcı pilot bile yok.
Tek başına yaşamak için büyük bir dünya.
İnsanlığın pisliğini temizlemek zor.
Yalnız ben. Bütün insanlar Ölmüş.
Onları ben öldürdüm.
Ben kendi dünyamın ele başıyım.
Dünyaya ben hükmediyorum.
Yaşım yalnızca 1
Bugün şalterler indirip kendimi karanlığa hapsediceğim.
Bir ormanda uzanıp, yıldızları sayıcam tüm gece.
Yarın çırıl çıplak soyunup yağmurda yıkanıcam belki.
Sokaklarda yürüyücem sonra.
...
Yaşım henüz 1
Ben rüyalarıma aşığım.

[Edebiyat]